KÖŞE YAZISI - NEREDEN NEREYE
GELDİK.
AMA BİZ ARPADESİNE GELDİK.
Köy hayaliyle yıllarımı geçirdim.
Emekli olacağım, köye döneceğim, büyüklerimle, yaşıtlarımla köyde yaşayacağım diye
bekledim. Benim gibi, bizim nesil
Arpadereliler yıllarca hayal edip durdu. Şimdi emeklilik yaşı gelen
köylülerimiz, bir an evvel köylerine koştular. Geldiler ama, gelenlerin yavaş
yavaş umutları suya düşmeye başladı. Yıllar önce bıraktıkları kerpiç evler
yıkılmış, yerlerinde kalıntıları
vardı. Kepçeyi takıp beton yığınlarını
dikmeye başladılar. Güzelde oldu, ama
yeni evler sağlıklı mı? Onu düşünmek
lazım.
Köye geldikte; hani emekli olunca, böyüklerimizle beraber yaşayacaktık ya, ne büyüklerimiz kalmış ne organik yaşam.
Köydeki akrabalarımızda ekmeği şehirdeki
fırından alıyor, yumurtayı bakkaldan alıyor, bazı köylülerimiz akrabalarımız
Halil GÜVEN dayımız gibi hala köy tavuğu
yetiştirip, köy fırınında ekmek pişiriyorlar.
Gelinabum ve Halil dayımın kapısına yaşlılık gelmiş ama, onlar inadına
eskiyi terketmiyorlar. Bir sabah kızım
tutturdu ben yumurta yiyeceğim diye, annesi kızım komşuya git tavukları
yumurtlamıştır diye; Kızım Elif, Halil
dayımlara gitti. Evde Halil dayıma derdini anlatır. Şehirde alışmışya yumurtanın parasını
verecek, Halil dayım yumurtayı tavuğun altından alır, babacan bir tavırla, o
parayı da görmemiş olayım, o şehir marketlerinde geçerli, demiş.
Para almamış. Duygulandım,
demekki Arpaderesinde ve Arpaderelilerde
hala insanlık ölmemiş, Akrabalarımız
inadına güzellikleri yaşatıyorlar. Fırın
önünden geçiyorum, burnuma püfür püfür ekmek kokusu geliyor. Ekmek pişiren
ablalarım, ısıcak ekmek uzatıyor. Ekmek
kokusu gelmiştir, buyur ye diye. Çocukluğumu düşünerek alıyorum. Sevgi ve
şevkat kokulu ekmeği bölüyorum.
Arasından mis gibi kıpkırmızı soğanları görüp,
soğanlı ekmek olduğunu anlıyorum. Bende yanımdaki yarenlerimin sayısınca
bölüyorum, ekmeğimi paylaşıyorum.
Benim gözüm başka şeylerdeydi. Mesela köyde gördüğüm yaşıtlarımın hala
eskisi gibi yaşadığını arıyorum. Düven sürseler, harman döğseler, karasabanla
çift sürseler diye. Nerde şehrin
ışıklarına aldanıp o yaşam tarihe karışmış.
Öküzler yerini Ferguson traktörlere bırakmış. Ama hala serde insanlık var. Mesela Hüseyin GÜVEN’ i gördüm, Kendi oğlu Şakir' i ve Benim oğlum Hüseyin' i
yanına çağırmış, bak gençler biz babanla senelerce beraber büyüdük, kavga ettiğimizi
hatırlamıyorum. Çok iyi geçindik, gardaş olduk. Sizde aynı yaşayın emi, sizde
arkadaş olun diyor. Umutlarım
kabarıyor. Arpaderesi hala bozulmamış
diye düşüyorum.
Yalçın LİMON’ la karşılaşıyorum;
Kardeşim diye herkesle candan kucaklaşıyor, sıra bana gelince hem kucaklıyor,
hem gözlerinin içi gülüyor. Bakdım bütün genç ihtiyar herkeste samimi duygular
var. Biribirlerini öz gardaşı gibi görüyor.
Yayla haberleri yapardık, Bu sene
yaylacılar yaylaya çıktı. Güz geldi yaylacılar yayladan indi diye saydım bu
sene yaylaya çıkan 4 haneye düşmüş.
Kimmi bunlar? Niyazi ATALAY, Niyazi FAZLA, Bahattin ÖZÇELİK, Levent ATALAY. daha daha sayayım Abbas abinin eşi ve oğlu
Cemil diyeceğim onlarda çıkmamışlar yaylaya.
Hani Şenlik yaptığımız senede ki
yaylacıları düşünüyorumda yaklaşık abartma olmasın 15 haneye yakındı. Şenliğe gelen köylülerimizi ev sahibi
nidasıyla karşılamışlar bağırlarına basmışlardı. Bu sene Enver FAZLA abi, Niyazi FAZLA dayımızda koyunlarını sattılar. Şimdi
Köyümüzdeki koyunculukta bitmek üzere.
Değerleirimiz teknolojiye ve yaşlılığa yenik düşüyor.
Benim gözüm daha başka şeylerdeydi. Görmek istediklerim ve gördüklerim beni
tarihin derinliklerinde kısa yolculuklara çıkarıyordu. Pekmez leğenlerin
başında elimde sac ekmeği leğen dibini sıyırmaya başlayan çocuk gibi geçmişimi
arıyordum. Güzellikler devam ediyor ama,
bazı güzelliklerimizde sessizce aramızdan ayrılmış gitmişti.
Mesela, Atlar ve eşekler köy hayatından
sessizce ayrılıp gitmişti. Köye gelince
çocuklarımızı eşeğe bindirirdik, köy hayatını yaşasın diye. Şimdi bu imkandan mahrumuz. Çünkü binekler
yok, yerini arabalara bırakmış, tarlaya bile binek araçlarla gidiyoruz. Hani
eşeğe heybeyi asıp heybeye yiyeceklerimizi, tarlada kullanacaklarımız eşyaları
doldururduk. Faravgaya ekin biçmeye giderken
ırmakdan ağaç boduçları doldururduk. Yok şimdi öle bi şey. Marketten şişe suyu alıyoruz, birde üzerinde
son kullanma tarihi var. Rahmetli babam
olsaydı şimdi derdiki oğlum suyundamı son kullanma tarihi olurmu? Derdi,
güldürme beni derdi. Oluyormuş valla babam bende gördüm. Köydeki kerpiç evlerimizi, horozlarını,
kümesi, tavuğun yumurta üstünde
kuluçkaya yatıp sonrada arkasında bir sürü , cücük katarak sallanı, salanlı çalım atarak dolaştıklarını,
yeni nesil çocukları göremiyor.
Horozdan, tavuktan, itten korkan çocuklar köye alışmaya çalışıyorlar.
Uzun hikaye bu daha nice
yazacaklarım ve örnek vereceklerim konu var ama, Arpaderesinde geçmiş geçmişte kaldı denmiyor,
karınca kararınca yaşamaya ve yaşatılmaya çalışıyor. Arpaderlilerdu umutsuzluk yok. Teknolojiye
inat Geleneklerine ve göreneklerini
yaşatmaya, ve yaşamaya çalışıyorlar. Arpadereliler geçmişle gelecek arasına
köprü olmaya devam ediyorlar. Güzellikler, inşallah ömür boyun yaşanacak.
Ahmet ŞİMŞEK
06/10/2016
CENNET BAHÇELERİNDEN BİR BAHÇE, YÜREKLERDEKİ DERİN SEVDA İŞTE ARPADERESİ ARPADERESİ KÖYÜ- TAŞOVA- AMASYA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder